Bahar ÖZHAN TAN

Rol Model Öğretmen

Kar taneleri… Her biri özel ve eşsiz. Tıpkı biz gibi, tıpkı öğrencilerimiz gibi. Biri diğerine benzemeyen, her birinin kendine has şekliyle var olan muazzam bir sanat. Bizler de öğretmen olarak, eğitimci olarak bu sanatla uğraşan sanatçılarız ve her bir öğrencimizin kendine haslığını göz önünde tutarak sanatımızı yapabildiğimiz en iyi şekliyle icra etme gayretindeyiz.

Bu gayret sürecimizde zaman zaman birçok soru aklımıza takılıyor, kimilerine cevap buluyor, kimileri ise farkına bile varmadan karanlıkta kayboluyor. Bu yazımda bildiklerimden, öğrendiklerimden, okuduklarımdan ve yaşadıklarımdan yola çıkarak heybeme koyduklarımı ev yapımı çözümlerle sizlerle paylaşacağım. Bölümler halinde ilerleyeceğim yazılarıma sizin de eklemek istediğiniz başlıklar olursa ve paylaşırsanız çok sevinirim. Şimdiden keyifli ve verimli okumalar. Gönüllere ulaşabilmek dileğiyle…

Kendimizi Bulmak, Kendimizle Tanışmak… İşte Asıl Sihir Burada Başlıyor: Ben Kimim?

“Yaşamda esas amacımız, içimizdeki gücü keşfetmek, kendi gerçekliğimizi takip etmek ve her şeyimizle bütün olmayı başarmaktır.” Der Carl Gustav Jung. Bundan 3-4 yıl önce bana sorduklarında bu yaşamdaki amacın ne diye, verdiğim cevaplar arasında içe dönük, kendimle ilgili doğru düzgün bir cümle bulunmazdı. Kendim olmaktan uzak, dışarıda aradığım amaçlar… Kısa süreli, hedefe vardım sandığım ama yakınına biraz yaklaşabildiğim süreçler… Sonra, “Neden olmadı, olmuyor?” soruları… Kısır döngü… Olmaz, çünkü kendimden uzaktım, kendimi yeterince tanımıyordum.

Peki sonra ne oldu? Daha fazla okumaya, daha fazla kendimle kalmaya, sorgulamaya, kendime daha çok kahve ısmarlamaya yani özetle kendimi kendimde aramaya başladım. Bana ilham olabileceğini düşündüğüm kişilerin hayatlarından kesitlerini, yaşadıklarını, ürettiklerini kendimde bir yerlerde bağdaştırmaya ve “Ben” halimi ortaya koyma çabam başladı. Kendimi tanıdıkça, çevremi, öğrencilerimi daha iyi tanımaya, anlamaya ve hissetmeye başladım.

Elbette ki öğrencilerimizin her yönden gelişimi hepimiz için ilk sıralarda önem arz ediyor. Akademik becerilerinin yanı sıra duygusal gelişimlerini de elimizden geldiğince destekliyoruz. İşte bu noktada şuna çok inanıyorum: Bizim kendimizi anlama çabamız devam ettikçe bunun olumlu yansımalarını öğrencilerimizde de göreceğiz. Kendi gerçekliğimizi inşa ettiğimizde, kendimiz olmayı başardığımızda öğrencilerimiz de bunu hissediyor ve görüyor. Robindranath Tagore,” En yüksek eğitim, sadece bize bilgi vermekle kalmayan, hayatımızı tüm varoluşla uyumlu hale getiren eğitimdir.” Der.

Bizler öğrencilerimizle ilerlediğimiz bu eğitim yolculuğumuzda onlara kendilerini tanımalarını, anlamalarını ve ne istediklerini bilen bireyler olma çabası aşılamaya gayret etmeliyiz. Kendini ve ne istediğini bilen bir birey hayatın her anını anlamlı yaşayacaktır. Kendini bildikçe, tanıdıkça eksiklerini görebilir, hangi yönde kendini geliştirmesi gerektiği konusunda çalışmalar yapabilir. Bizler gibi öğrencilerimizin de akıllarında cevaplanmayı bekleyen birçok soru var. İşte Lao Tzu’nun dediği gibi “ Cevabın, varlığının merkezinde gizli. Orada kim olduğunu ve ne istediğini biliyorsun.” Öğrencilerimize merkezlerine ulaşmalarına rehberlik edelim. Çünkü insan kendi özünü ne kadar erken fark ederse, kendisiyle ne kadar erken tanışırsa o kadar yaşıyor demektir.

Kıymetli Doğan Cüceloğlu’ nun “Var Mısın?” adlı kitabının önsözünde yazdığı bir bölümü sizinle paylaşmak istiyorum. Beni derinden etkileyen… “

İçinde bulunduğum ortamda başarımın diğerleriyle kıyaslanarak belirlendiğini öğrenmiştim. Başarının sonuçta değil, süreçte yaşandığını anlayıncaya kadar uzun süre acı çektim. Başkalarının, özellikle ‘büyüklerin’ gözünde beğenilmenin, takdir edilmenin önemli olduğunu düşünürdüm. Herkes beni takdir ederken neden içimi boş ve hayatımı anlamsız bulduğuma bir türlü akıl erdiremezdim. Yalnızlığımın çevremde konuşacak arkadaşım olup olmamasıyla ilgili olduğunu sanırdım; çevremde bir sürü insan varken iliklerime kadar yalnız hissettiğimi görünceye dek. Hayatımda kendim olarak var olmam gerektiğini anlamak acı günlerin sonunda keşfettiğim değerli bir kazanım oldu.”

O zaman biz de soralım kendimize. Yalnızken ben kimim?


Bölüm 2

OLABİLİR…

Son zamanlarda hayatıma dahil etme gayretinde olduğum bu kelimeyi tam da üzerinde düşündüğüm bir anda oğlum babasına söylediğinde işte dedim, evet, yazımın başlığını buldum. Ben onu ararken, o beni buldu. 

Olabilir… Söylerken, yazarken bile insana huzur veren, özgürlük tanıyan, gördüklerimizin, tanık olduklarımızın arkasında da kocaman ve bambaşka bir dünya olduğunu fısıldayan bir kelime. Kelimeden de fazlası, bir cümle. İçi dopdolu bir cümle . Sertlikleri yumuşatan, insanın kendini ifadesinde ve yaşama şeklinde ona alan açan, bir olay yaşanırken düşündüğümüz veya sonucunu az çok kestirdiğimiz durum dışında da ihtimallerin olabileceğini bize anlatan koskocaman bir cümle. Geçen sabah arkadaşım Berna gönderdi başa tutturduğum fotoğrafı. Olmaz demeden çıkıvermiş kaldırım taşlarının arasından. Konuştuk üzerine içimizdekilerle… Neden olmasın? Olabilir…

İlk yazımda “ Ben kimim?” diye sormuştuk. Kendimizi ne kadar iyi tanırsak, özümüze inersek, çevremizi, ailemizi öğrencilerimizi de daha iyi anlamlandırmaya başlıyoruz. “Atomik Alışkanlıklar” kitabının bir bölümünde şöyle diyor James Clear : “ Yatırımcı Paul Graham ‘ ın sözleriyle “ Kimliğinizi küçük tutun.” Bir kimliğe çok sıkı tutunursanız kırılganlaşırsınız. O şeyi kaybedince de kendinizi de kaybedersiniz.” O zaman tam da bu noktada belli bir esneklikte , özümüzü koruyarak değişen şartlarla birlikte akan bir nehirde ilerleyebilme cesaretinde ve gayretinde olmak, sürekli değişen hayatımızla dansımızı kolaylaştıracaktır. 

İnsan yumuşak ve esnek doğar,

Ölünce kaskatı ve serttir.

Bitkiler yumuşak ve bükülebilir doğar,

Ölünce kırılgan ve kurudurlar.

Yani her kim sert ve katı ise 

Ölümün mürididir.

Her kim yumuşak ve uysal ise

Yaşamın mürididir.

Sert ve katı olan kırılır.

Yumuşak ve esnek olan galip gelir.

                                            Lao Tzu

 

             Lao Tzu ‘ nun bu dizelerinin bendeki yansıması hücre modeli üzerinde şekillendi ve şöyle oldu:

           Hücre zarı, seçici geçirgen özelliğini esnekliği sayesinde kolaylaştırıyor. Sitoplazmada olup bitenler çeşitleniyor. Tıpkı bizim gibi… Esnekliğimiz arttıkça özümüzü koruyan yaşantılarımız, hislerimiz, değerlerimiz kırılgan olmadan sağlamlaşmaya devam ediyor. Bizi oluşturan en temel parça ile birbirimizden farklı işleyişte olmamız düşünülebilir mi?

           Okulumuzda, sınıfımızda öğrencilerimizle, meslektaşlarımızla, velilerimizle , okul çalışanlarımızla gün içinde bir çok ana şahit oluyoruz. Gün sonunda bizde bıraktıkları, yaşadıklarımıza, karşımızdakine “olabilir” kapımızı ne kadar açtığımızla sınırlı kalıyor. “An” ı yaşarken, görünenin ardında da bir hikaye olabileceğini hatırlayarak yaşarsak hayatımız bir o kadar anlamlı, ilişkilerimiz bir o kadar sağlam oluyor.  

            Her birimizin özenle katkı sağlama gayretinde olduğu Twin Öğretmen Topluluğu… Bu platformda paylaşıyoruz, birbirimize destek ve ilham oluyoruz, birbirimizden besleniyoruz ve bölüştükçe çoğalıyoruz. Bunu yaparken de birbirimizin “ olabilirlik” lerine tanık oluyoruz. “Olabilir” dediğimiz her an aslında birbirimizin dünyasını tanıma, deneyimlerinden yararlanma anlamında bize alan açıyor. 

              Gelelim Twin bilim setlerimize. Çoğumuzun özellikle yeni tanışanların aklında bir sürü soru: Nasıl olacak, nasıl yapacağım, nerede ve ne zaman uygulayabilirim, ne yapabilirim… İşte bu noktada da “olabilir” kapımızı açtığımızda bir çok şey yapılabileceğini görebiliriz. Esnekliğin tanıdığı o özgürlük alanıyla, çocuklarımızın pırıl pırıl fikirleriyle, birbirimizden aldıklarımızla, paylaştıklarımızla, içimizden gelenlerle neler neler yapılmaz ki… 

              İçinde yaşadığımız toplum, yetişme tarzımız, ailemizde var olanlar bizi ister istemez bir kalıp içinde büyütüyor. Çoğu zaman farkında bile olmuyoruz duvarlarımızın. Belirli sorulara verdiğimiz kalıp cevaplar, sanki o cevabın dışında söylediklerimiz olmayacakmış gibi durduruyor bizi bir yerde. Oysaki “ Olabilir” dediğimiz anlar arttıkça doğaya, yaşama olan uyumumuz da artıyor. Keskin sınırlarımız içindeki siyah beyazın arasına baktığımızda o muazzam renk şölenini görmeye başlıyoruz. 

              Yazı tura attığımızda illa ikisinden biri mi gelecek? Dik gelemez mi? Gelebilir. Olabilir…

              Ziya Selçuk hocamızın “ Bölünmüş Dünya “ adlı kitabından bir bölüm paylaşmak istiyorum : “ İnsan sadece sıfır-bir mantığıyla düşünseydi iletişim kuramaz, karar veremez ve hatta hayatta kalamazdı. Bulanık mantık, yaşamla birlikte hareket ediyor. Zira bulanık mantık ile yargıda bulunma/eyleme geçme için gerekli/yeterince bilgi varsa –sıfır ve bir olmasına bakmaksızın- o bilgiyi kullanarak harekete geçebiliyoruz. İnsan olarak kalıplarla, formüllerle, şekillerle değil ucu açık hikayelerle sürdürüyoruz yaşamı. Zihinlerimiz mekanik mantık işlemcisi gibi olmaktan ziyade akışkan hikaye işlemcisi gibi çalışıyor. “ diyor Ziya hoca ve devamında da şunu ekliyor: “ İnsan olmak, biraz da su gibi akışkan hareket edebilmek değil mi? Sonuçta çözüm yine ördüğümüz yaşam kazağının ilk ilmeğine doğru yönelmek, kendimizi bilme çabası içinde olmak.” 

            Şimdi bir dakikalığına durun ve “ Olabilir” ler listenize neleri dahil edebileceğinizi düşünün . Bu listeyi nasıl çoğaltabilirsiniz? Bu arada aramızda kalsın, olabilir dediğimiz şeyler bazen olmayadabilir. ☺